23 Ekim 2017 Pazartesi

Kendime Yazılar: Sağlık: Su Jok


Geçen hafta Ebruyla Dervis Baba’ da iyileşme sanatı ekibinin keyifli sohbetine katıldık. Sağlıklı yaşam, Su Jok, zayıflama, doğal tedavi ve tohumlardan bahsettiler. Pek bir beklentim yoktu ancak Su Jok benim için yeni bir şeydi, merak duygumu uyandırmıştı.

Alternatif ve holistik sağlık hizmetleri çok uzun zamandır ilgimi çekiyor. Holistik- bütünleşik yıllar önce pazarlama derslerinden duyduğum sonra iş dünyasında sık sık rastladığım bir kelime, evreni oluşturan her bir birimin birbirleri ile ilişkisi olduğu, etkileşim halinde olduğunu, bütünün bir parçası olduğunu ve bütünü etkileyebileceğini, değiştirme, yönlendirme özelliğine sahip olduğunu söyler. Her bir parça bütün içinde anlamlıdır, irdelenmelidir.

Kendimize iyi bakarken de doğru ve sağlıklı beslenme, spor, temizlik, ruh temizliği, doğal yaşam gibi parçalara bakmamız gerekiyor.

Beslenme ile ilgili bazı notlar:

> Maranki Alkali Yaşam kitabını biliyorsunuz. Sohbette tekrar hatırladık: doğal karbonatlı su ile güne başlamak, ph değerlerinin 1-14 arası olduğunu düşünürsek, içtiğimiz şeyler en az tam ortası 7ph değerinin üzerinde olmalı, ne yazık ki kahve çay bile 5- 5,5 ph seviyelerinde, asitli içecekler daha içler acısı, örneğin kola 2,5 ph seviyesinde, süt 6,5, portakal suyu 3,5, safra sıvısı 7-8.

> Yemeklerde et her zaman öğle vaktinde yenmeli, ölçüsü ne kadar olursa olsun vücutta sindirimi 8 saat sürüyor, hele karbonhidrat ile yenilirse karbonhidratın sindirimi daha kolay olduğundan vücut onu seçiyor ve birlikte yenilen et hiçbir işe yarayamadan vücutta çürüyor. 1/3 oranda et/ salata önerilen. Şu var ki herkes kendi vücudunu kendisi en iyi tanır, örneğin 0+rh kan gruplarının genellikle yeşillik salata tarzı şeyleri sindirimde zorlandıkları gözlemleniyor, bazıları içinse asidik portakal, mandalina’ nın sindirimi çok zor.  

> Vücudun sindirim yapmak için mutlaka yağlara ihtiyacı var, yağ yediğimizde bağırsaktan salgılanan hormon beyne doyma sinyali veriyor, mutluluk hormonu serotoninin temelide yağdır. Yağsız ürünler hem tatsızdır hem de acıkmamıza sebep olur. Sağlık için mutlaka yağ yemeliyiz, asitlenmeyi önlemek için Omega 3 alkali/ sağlıklı yağları tercih etmeliyiz. Omega 3 yağlar: ceviz, keten tohumu, hindistan cevizi, balık yağları, zararlı yağlar ise omega 6: Ayçiçek, mısır, pamuk, susam yağı. Bitkisel omega kaynakları ise keten tohumu, badem, fındık, ceviz, semizotu, çörekotu. Omega 3’ ler yeterli olursa omega 6’ ların tahribatına engel olurlar, ideal oran 2/1’ dir.

> Bolbol balık yiyelim, hele şimdi denizlerde balıklar bir kere daha soğuğu aldı mı direnci, omega 3 seviyesi iyice artacak. Kasım- aralık uskumru, palamut, sardalya, hamsi yeyin bolbol, bu balıklarda omega 3 seviyesi yüksek. Balıklar kırmızı kan hücrelerinin üretilmesi için gerekli b12 vitamini açısından da zengin, dna üretimine yardımcı oluyor, kas ve doku gelişiminde etkili.  

> Süt. Mikroplardan arınması için fazla işlem gören sütlerde yararlı bakterilerde yok oluyor, ancak kinin maddesini temizleyemiyorlar, bu madde hayvanların yavrularında boynuz ve tırnak yapmaya yarıyor ve çocuklarda alerjiye sebep olabiliyor. Bu nedenle gezen inek sütü, gezen tavuk yumurtası tercih edilmelidir.

Doğal beslenme alışkanlıkları, bol mineralli doğal tuzlar, baharatlar, çeşitli baharatlarla süslenmiş rengarenk salata, bol vitaminli çorbalar, içimizi güzelleştirdiği kadar dışımızı da güzelleştirecek.  

Hareket:

Esnekliğin ve yaşam kalitesinin artması için, eklem sıvılarının uyarılması dayanıklılığının artması için hareket şart. En basiti yürüyüş, ama haldur huldur değil, keyifle, şifa için yürüyeceksin.

Zihinsel Besinler:

Televizyon çok pis bir bağımlılık, evde 1kaç gün televizyonunuzu kapamayı deneyin, o zaman yaratıcılığınız ortaya çıkacak, gerçek renginiz, ne yapabilirsiniz.

Fiziksel Temizlik: 

Karbonat, sirke, arap sabunu, florürsüz diş macunu kullanımı… Bunun yanında doğal yapılan deterjanlar, doğal yiyecekler, doğal makyaj ürünleri belki biraz daha pahalı ancak iler ki yaşlarda ilaçlara harcayacağınız miktarları düşününce değil.

Farkındalık:

Ben şuanda ne yapıyorum farkında mıyım, o kadar mekanik hareket ediyoruz ki, orada mısın yoksa o işi hareket merkezin mi yapıyor, artık otomatikleşmiş, o harekete alışmış mısın. Uyuyoruz. İnsanın kendini hatırlaması büyük bir uyanışın parçası olacak, o an ne işi yapıyorsak gerçekten orada olmalıyız.

Su Jok:

Bir çeşit akupunktur,  Kore akupunkturu. Tohum tedavi ile kendi kendinizin doktoru olabilirsiniz.


Tohumlar ait oldukları bitkinin tüm şifa gücünü alır, enerjisini taşırlar, uygun noktalara bağlandıklarında uyarırlar. Örneğin avokado çekirdeği ya da cevizi avucunuzun içinde saat yönünde çevirmek bağırsakları çalıştırır, kabızlığa iyi gelir, tersi yönde çevirmek ise isali durdurur.



Karabiber çekirdeğini başparmağa bağlar arada masaj yaparsanız vücutta hormon dengesini sağlayan hipofize iyi gelir.

İştah kapanması için bir ucu sivri diğer ucu oval bitkileri seçebilirsiniz, örneğin resimde mide ve baş parmağa bakarsak; elma çekirdeklerini mide den başa doğru oval kısmı baş tarafta sivri kısmı mide tarafında olacak şekilde dizip bantlayabilirsiniz, yine mide’ den başa masaj yaptığınızda iştah kesmeye yardımcı olur, tersi dizilim ve masaj hareketi ise iştah açar.

Bilirsiniz çekirdeklerde ekilirken sivri kısmı toprağa doğru ekilir, doğada her şey o kadar bağlantılı ve mantık silsilesinde oluşmuş ki, tedavisi için yine kendimize dönüyoruz, zaten bir çok buluşta da doğadaki canlılar taklit edilmiyor mu. Çoğu bilgi taklitle, ampirik yani deneyle, belki rastlantıyla başlıyor, bilimsel gerçekliği sonradan görülüyor, o yüzden yeni bir şeyi demekten asla korkmamalıyız, tabii ki mantık çerçevesinde… Masajları bence çekirdeksizde uygulayabilirsiniz, yine etkili olacaktır, ayakta da aynı noktalar var, bir çeşit refleksoloji, ilgili noktaların uyarılması yolu ile tedavi yöntemi, bilmek ve ağrınız olduğunda elinize uygulamak çok daha kolay. Örneğin dün rüzgarda kaldığımdan bugün sırtım bir hayli ağrıdı, hemen su jok sırt ağrısı yazdım ve omurganın el ve ayaklara yansımasının fotoğrafını buldum yukarıda, elime masaj yaptığımda ağrıda azalma hissettim.  

Allah korusun tabii, ancak arabanızla birlikte denize uçtuğunuzu hayal etmenizi istiyorum, ne yapmanız gerekir, ilk 5 saniye o kadar önemlidir ki, aynen bu uç örnekte olduğu gibi bir şeyler başımıza gelmeden ne yapacağımızı bilir planlarsak, önlem alırsak başımıza geldiğinde keşke demeyiz. O nedenle bilmek bence dünyanın en güzel şeyi. Su jok da belki bir gün işinize yarar ve içimizi her açıdan güzelleştirirsek dışımız da güzelleştirecek.  Sağlıklı, keyifli günler dilerim. 

17 Ekim 2017 Salı

Seyahat: Orta Avrupa: Belgrad

Vitoşa dağı’ nın eteklerinden Sofya’ yı geçtik. Bulgaristan girişi ilk izlenim çok yeşil, bizimkiler biraz buraya gelsede otoban, konut falan yapsalar. Bursa’ya benziyor. Kapıkule girişinde aracın tekerlekleri yıkanıyor, çıkışında bizde de aynı yaklaşım var tabii, ülke toprakları birbirine karışmasın, artık ritüel olmuş...


Ve Sırbistan’ a geçiyoruz giriş sonrası 330km ve başkent Belgrad’ da olacağız, gezimizin ilk durağı. İlk işimiz change office’ den kendi paralarını almak. 1eur: 120dinar, biraz fazla bozdurabiliriz, dönüşte Novi Sad’ da da kullanacağız.

Tarihine bakalım. Osmanlı ile Avusturya- Macaristan arasında Belgrad için çetin savaşlar olmuş, zayıflayan Osmanlı himayesinden Sırp İsyanı ile hakimiyetini kazanmış, 1. Dünya savaşında Avusturya- Macaristan hakimiyetine girmiş Yugoslavya’ ya başkentlik yapmış, 1945 2. Dünya Savaşında Alman hakimiyetine girmiş ve sonrasında çok gelişiyor, Avusturya, Macarların yaptığı irili ufaklı binaları göreceksiniz. Kamu kuruluşları ise heybetli, modern tarzda yapılmış..  1993 Sırbistan- Yugoslavya dağılma olaylarında savaş zararı görmemiş. 1996 Nato savaş uçaklarının bombalamasından zarar görmüş. Bombalanan binaları yıkmıyorlar, tadilatta yaptırmıyorlar, ibret olsun görünsün diye.

Belgrad Yugoslavya’ nın dağılmasından sonra 2006’ da Sırbistan’ ın özerk başkenti olmuş. İsmi Sırpça’ da Beyaz Şehir anlamına geliyor, aydınlık şehir, birçok kültürün kaynaşması ile kozmopolit bir yapı almış. Güler yüzlü kızları, doğal güzellikleri, tarihin korunarak günümüze gelmesi ve eğlenceli geceleriyle meşhur.

Sırplar bize benziyor, 24 saat gece yaşamasını seviyorlar. Hareketleri benzer, 539 yıl hakimiyet sürmüşüz az iş değil. Mesela Belgradlıların hayali İstanbul’ u görmektir, çok seviyorlar. Sohbet ettiğiniz Sırplarla Sultan Süleyman muhabbeti yapın. Fasulye, kapuski, bamyamız benziyor.
Biz Sırp müzikleri’ nin çaldığı şirin bir restoranda meşhur şıpta salatası ve cevap cici köftesini tattık. Yaşlı garsonların bize hizmet etmesine üzüldük, çok sakin, kibar bir garson amca vardı, fotoğrafı aklımda… Tuvaletler temiz, önemli bir detay:)… Yalnız size herhangi bir yerde ikram edilen suları dahi içmeyin, otel ya da sokak çeşmesinden su içmeyin, ishal vakaları yaygın.



Kale Meydanı, Cumhuriyet Meydanı, Meclis Binası, Eski Saray ve Yeni Saray, Şehir Müzesi ve Şehir Tiyatrosu binaları, Sava Katedrali, Taş Meydan, Nikola Tesla Müzesi, Knez Mihailova (bizdeki İstiklal Caddesi gibi), Strahinjica Caddesini mutlaka görmelisiniz. Hepsine yürüyerek gidebilirsiniz.

Biz sınırlı vaktimizde Knez Mihailova caddesinin sonunda bulunan Belgrad kalesi Sava ve Tuna nehri’ nin kesiştiği tepeyi gördük, 958km uzunluğundaki Sava ve 3000km uzunluğundaki Tuna nehri’ nin birleştiği yer Belgrad. Kale şehrin cazibe merkezi, festivallere ev sahipliği yapıyor. Kalede ve çevresinde ilerlerken savaş hikayelerini duyar gibi oluyorsunuz. Vaktimizin diğer kısmını Cumhuriyet Meydanı, Terazije Meydanı ve Tesla Müzesinde geçirdik. Meşhur matematikçinin adını taşıyan pergel şeklindeki binayı gördük. Siyah bina, şuan ki komünist partinin binasının önünden geçtik, 50-60m2 sosyal konutlar hep komünist sistemden…




Belgrad’ da taksilere dikkat edin, indi- bindi derken çok kısa mesafede 50eur alabilirler. Nikola Tesla Müzesi merkeze yakın Krunska caddesinde, ancak bilmediğimizden ve zaman kısıtımız olduğundan 6 dakika da taksi ile ulaştık, fikir olması açısından paylaşmak isterim 1700dinar yaklaşık 15eur ödedik.  Bu arada binlerce dinarla kendinizi dinar zengini gibi hissediyorsunuz.

Sırbistan denince aklıma gelen ilk isim, tüm dünyanın bildiği ya da bilmesi gereken Tesla. Tesla müzesini ziyaret etmeden olmazdı. Pazartesi günleri kapalı, 10:00-18:00 arası açık. Müzede saat başı canlı sunum yapılıyor. Sırp asıllı Tesla’ nın yaptığı icatların demolarını göreceksiniz ve yaşadığı zamanın ne kadar ilerisinde olduğunu. Tarihe Marconi radyonun icatçısı diye geçmiş, oysa ki Tesla ses iletimini yıllar önce gerçekleştirmiş. Neon ışıkları, florasan lamba, mikrodalga fırın, otomobillerdeki ateşleme sistemleri, kablosuz cihazlar... gibi bir çok buluşu ona borçluyuz. Buluşlarından hep başkaları çıkar sağlamış. İlginç detayları öğrenebileceğiniz bu müzeyi bence Belgrad’ a gelen herkes ziyaret etmeli.  




Ev ödevlerim:
Ø  Avrupa’ nın temelini oluşturan 3 millet; Slavlar, Germenler, Macarlar’ ın tarihini okumak.
Ø  Tesla’ nın hayatı kitabını okumak.

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Fiskos Köşesi: ÖSYM



Uzun zaman sonra hata yaptığını söyleyerek görevinden istifa eden bir devlet yetkilisinin ismini duyuyoruz. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ömer Demir! ÖSYM puan hesaplamasında yapılan hatanın sorumluluğunu üzerine alıyor ve istifa ediyor.

2milyon küsür kişinin giriş yaptığı sınavda bilmem kaç parametre içinde 1100 parametrede hata olması çok manidar, çünkü ben böyle bir bilgisayar yazılımı bilmiyorum, hata varsa benzer parametrelerin hepsinde olur, yoksa da yoktur. Dolayısı ile istifayı samimi bulmuyorum, olan olsun sonra istifa et. Hata ise hata yapmayacaksın, bazı hataların affedilir yanı yok. Sonra neden oluyor bu beyin göçü diye düşünmesinler. Eğitim sistemi ve parametreler her yıl değişiyor, bir sürü üniversite nereden çıkıyor, binlerce doçent nereden çıkıyor, bir sürü insan nasıl profesör oluyor bilmiyorum. Eğitim kalitesi neden bu kadar düştü, tek tip oldu düşündürücü.

Eskiden küçük yerlerden de birileri çıkar sıyrılırdı, şimdi çok imkan yok, çünkü eşit şartlarda eğitim sunulmuyor. Öyle bir dönemden geçiyoruz ki ne kadar gözün, algıların açık olsa da olmuyor, yine de pes etmemek lazım, su akar yatağını bulur, bir şekilde yeniden dönüşeceğimize, hataları görüp ortak bilince kavuşacağımıza, değiştireceğimize inanıyorum, doğru gün ışığı gibi ortada ve çıkacak, zamana bırakırken harcanan nesillere ise geçmiş olsun, ailelere önemli görevler düşüyor.

Ortak bilinç olursa tüm alanlarda olacak hukukda, eğitimde, kültür ve toplumsal düzende, politikada, hepsi birbiri ile bağlantılı ve düzenin bir parçası, umarım beklenen devinimi en kısa sürede yaşarız, daha fazla kişi zarar görmeden, haksızlığa uğramadan. Unutmadan söyleyeyim toplumda büyük değişiklikler, sıçramalar olmadan önce bir şoklama gerekiyor, yakın tarihte yaşadığımız 15 Temmuz gibi, Gezi Direnişi gibi, ve sonrasında olan icraatları düşünün.

22 Ağustos 2017 Salı

Kendime yazilar: Zalim Bir Toplum Nasil Olusur V3: Hitler Öncesi Almanya




Irkçılığın dünya’ da giderek yükseldiği şu günlerde Hitlerden bahsetmek isabet olacak, tekrar hatırlamak gerekiyor. Her şeyin bir matematiği olduğuna düşünüyorum ve ortalama bir insan akıllıca yol izleyerek, bilimsellikle yöntemini öğrenir ve birçok şeyi rahatlıkla becerebilir. Hitler konusunda da böyle düşünüyorum, benzer yöntemler yazılıyor çiziliyor sanki unutuyoruz 50 yıl sonra yine başka yerde benzer kişiler benzer yapılanma, benzer yöntemler. Her komplo, propaganda da aynı mı olur, bu kadar mı göze sokulur.

Hitlerin zalimliğinden bahsetmeden önce Hitler öncesi Almanya’nın durumuna bakalım. 1. Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri ve Almanya arasında 1920de Versay Anlaşması imzalandı. Şartları çok ağır bu anlaşma Bismark’ ın kurduğu Almanya’ yı yıkıyor ve yerine yeni bir düzen kuruyordu. Alman meclisince ne kadar protesto edilse de Almanya’daki abluka kalkmadığından anlaşmayı kabul etmekten başka şansları kalmamıştı.

Almanya Avusturya ile birleşmemeyi taahhüt ediyor, Avusturya, Çekoslovakya ve Polonya’nın bağımsızlığını tanıyordu.

Alman topraklarının %10’ u ellerinden alınmıştı. Zorunlu askerlik kaldırılıyor, Alman ordusunun sayısı kısıtlanıyordu. Almanya gemi ve uçak üretmeyecek, bütün deniz gücünü İtilaf Devletlerine teslim edecekti.

Almanya ödeme kabiliyetinin çok üstünde savaş tazminatına mahkum edilmişti. Ülkenin altın stokuna el konulmuştu. Enflasyon hiç görülmemiş şekilde yükselmişti. Para öyle çok değer kaybetmişti ki parayı sobada yakmak daha ekonomik bir ısınma yöntemi olmuştu.

Versay anlaşması ile aşırı derecede küçük düşürüldüğünü düşünen Almanya’da karşıt ideolojilerin sıra dışı bir şekilde güçlenmesinin önüne geçilemezdi. 1920-24 de Nazi partisi iyice teşkilatlanmış ve sonunda meclise girmişti. Alınan dış borçlar ile ekonomi yavaş yavaş toparlanmaya başlamışken 1930 Büyük Ekonomik Kriz baş gösterdi. Ekonomi yine dibe çöktü. Ülkede fabrikalar bir bir kapanıyor işsizlik hat safhaya çıkıyordu. Savaş tazminatının ödenmesi için vergiler yükseltiliyordu. Halk kızgın ve saldırgan olmuştu.

İşte Hitlerin yükselişi bu döneme denk geliyor. Alman halkı aşağılanmış, saldırgan, kızgın ve küskündü. Hitler Alman halkını bu duruma düşüren iç ve dış düşmanlardan öcünü alacaktı. Hitler geleneksel Almanya’ ya geri dönüleceğinin, eski toprak bütünlüğünün sağlanacağının ve işsizliğin biteceğinin sözünü veriyordu. Meclise egemen olabilmek için tek parti oy çokluğunu sağlayamasa da bir şekilde aşırı milliyetçiler tarafından desteklendi ve başbakan- şansölye oldu.

Hitlerin kararlaştırılan erken seçimlere hazırlanırken 2 önemli icraatı oldu. Birincisi radyo yayınlarını denetimi altına almak ve kendi adamlarını yerleştirmek. İkincisi Alman parlamento binası’ nın yakılması ve kundaklamayı komünist’ lerin üzerine atmak. Sonrasında adeta kızıl avına çıkılıyor, sağ sol partiler ilgili ilgisiz tutuklanıyor ve birçok gazetenin yayın hayatına son veriliyordu. Komünist, sosyal demokrat partililerin hapis edildiği dönemde yapılan seçimde meclisteki çoğunluk Nazilerin eline geçiyor. Kısa zamanda diğer partiler fes ediliyor, ekonomi, hukuk, eğitim, kültür hepsi Nazilerin kontrolüne geçiyordu. 1933 Almanya tek partili diktatörlüğe dönüştü ve 1945 2. Dünya Savaşına kadar da bu şekilde devam etti.

14 Ağustos 2017 Pazartesi

Kendime yazilar: Zalim Bir Toplum Nasil Olusur V2




Emre Kongar in icimizdeki zalim kitabinin bana hatirlattiklarindan bahsetmeye devam edecegim.

Kitapta okudugum ama unuttugum Stockholm Sendromunu tekrar hatirladim. Bir banka soyguncusu Stockholm’ deki bankaya silahla girerek 3 banka gorevlisi kadini 6 gun boyunca rehin aliyor. Pazarliklar sonucunda soyguncu’ nun cezaevinden arkadasida yanina getiriliyor. Kendisine para verilmesini ve arkadasiyla birlikte baska ulkeye gitmesine izin verilmesini istiyor. Bu sure zarfinda soyguncu ve rehinelerin yiyecek icecek gereksinimleri bankanin catisinda acilan bir pencereden saglaniyor.

Rehineler ile telefonla konusuldugunda rehineler soyguncularin kendilerine cok iyi davrandigini soyluyorlar. Yetkililer bu yanitlarin o anlik korkuyla verildigini dusunuyorlar. Son gunde iceriye uyusturucu gaz atilarak soyguncular yakalaniyor ve ilginc bir durum ortaya cikiyor. Kurtarilan banka gorevlisi kadinlar soygunculardan ayrilmak istemiyor, onlara sert davranan polise ve hukumete kiziyor. Cikarildiklari mahkemede soyguncular icin suclayici ifade de bulunmuyorlar. Daha da ileri gidip aralarinda para topluyorlar ve soyguncularin savunma giderlerini karsilamaya calisiyorlar.

Toplumbilimciler guce tapinmaktan kaynaklanan bu ozdesim durumuna Stockholm Sendromu diyorlar. Zalimle ozdeslesme Stockholm Sendromunu gunluk yasamda cok fazla goruyoruz. Tarikatlarin baskilarinda, aile ici siddette, cinsel tacize ugrayanlarda... Arkasinda yatan nedenler korku, caresizlik, ruhsal ve fiziksel zorlama, santaj vb...

Zalim liderler rol model olursa topluma buyuk kotuluk olur.  Bireyden toplumsal beyin yikamaya gecmek istiyorum. Kitaptaki ornekler cok bilindik ve tekrarlanmasi gerekiyor, cunku gunumuzde benzerlerini yasiyoruz.
Hitler, McCarthy, Humeyni. Devami gelecek...



8 Ağustos 2017 Salı

Kendime Yazılar: Zalim Bir Toplum Nasıl Oluşur V1



Emre Kongar’ ın İçimizdeki Zalim kitabından yaptığım çıkarımlardan ve gözlemlerimden bahsetmek istiyorum size. Okunmasını tavsiye ediyorum, zalimliği anlamak ve üstesinden gelmek için.

Nasıl zalim olunur sorusunun cevabını ararken çocuktan/ çocukluktan başlamak lazım ama önce kadından başlamak lazım, kadın derken sert bir feminist değilim aksine son zamanlarda erkeklerin birçok konuda daha çok ezildiğini, olayları en azından idare etmekte zorlandıklarını görüyorum. Toplumun bütününe bakınca ise hiç öyle değil. 

Toplumun çoğunluğuna baktığımızda kadın 2. sınıf vatandaş muamelesi görmeyi bir kader olarak kabul ediyor ve baskıya sessizce boyun eğiyor, söze karışmadan kapı eşiğinde hizmete hazır ve nazır beklediğinde bunu gözlemleyen erkek ve kız çocuklarda bunu içselleştiriyor. Nerede değil mi söze karışmayan kadın bu zamanda ama yaşadığımızın toplumun gerçeği ne kadar bize uzak olsa da ya da ne kadar keskin ya da eski dönem gibi gelse de öyle.

Baskıcı eşine çocuklarına zulüm uygulayan bir baba ve bunu doğal gören bir anne, kabul eden toplum ve çocukta bunu olağan görüyor.

Okulda ne oluyor. Dogmatik, ezberci, baskıcı eğitim ve biricik doğrunun biat isteyen, tartışılamaz bir şekilde aktarılması.

Eğitimin içeliğine bakarsak din ve milli kimliğe dayalı tarihsel olaylar aktarılırken ötekilere karşı yapılan savaşlar, insanların nasıl zalimce ezildiği ballandıra ballandıra anlatılıyor.

Veliler, okul aile birlikleri ve hizmetlilere bakarsak hizmetliler tam bir ajan görevi görüyor, okul aile birlikleri ise aileler üzerinde baskı kuran nitelikte. Yöneticiden öğretmene, öğretmenden öğrenciye tam bir hiyerarşi, baskı, zulüm zinciri var. Nefret söylemi doğuran adeta adres gösteren bir yönetim ve altyapı kadroları sağlamlaştırılıyor. Ne kadar kötü bir tablo değil mi, işte zalim insan yetiştirmenin formülü size.

Yakın zamanda gözlemlediğim bir olayı kısaca anlatarak bugün bitirmek istiyorum. Toplu taşımada şoför ve vatandaş kavgaya tutuşuyor, kim haklı kim haksız demek istemiyorum, şoför aniden duruyor ‘’ ben gitmiyorum psikolojim bozuldu’’ diyor, aralarındaki kavga gürültü farkında değiliz ama dünya ya öyle zarar veriyor ki, derken bir polis geliyor, uzayan süreçte dikkatimi çeken görgü tanığı olarak isim ve telefonları istenen insanlardan T.C. kimlik numarasının da istenmesi. Öyle ki itiraz etmeye korkacak insanlar. Acaba fişlenir miyim? Aslında şoför’ ün durması iyi oldu psikolojisi bozuk ise bu şekilde devam etmesi iyi değil. Şoför 2 haftalık rapor için mi bunu yaptı. Peki ben neden insanlara karşı böyle şüpheci, altında başka nedenler arayan bir insan oldum? Bir yerlerde hata var, sanırım insanlara daha az güveniyorum ve şüpheci yaklaşıyorum, ben değil biz böyle olduk.


Yaşamadım, yaşamayı çok isterdim şimdi hikaye gibi dinliyorum. Biz evleri’nin arası duvar ile ayrılan 2 komşunun birbirlerine kolay ulaşabilmek için duvarlarında ortak kapı açtığı toplumunun çocuklarıydık, güven vardı, nasıl böyle şüpheci olduk, nereden yakalayıp düzeltiriz bilmiyorum ama önce kendimize bakmalıyız, çevremizdekiler için nasıl örnekler teşkil ediyoruz?

27 Temmuz 2017 Perşembe

İşler Güçler: Kahve Meselesi






Seninle bir kahve içmek istiyorum. Ama filtre kahve olsun, orta boy bir filtre kahve bardağında… Kahve meselesi bizim ofiste büyük bir olay. ‘’ Sabah bir espresso içmeden ayılamıyorum’’. ‘’Gözlerinin kahvesinden koy ömrüme, kırk yılın hatırına sen kalayım’’. ‘’ İçilir kahveler, söylenir sözler:)’’. ‘’ Hayatımda içtiğim en kötü espressoyu yapıyorsun, ama bu acıya değer’’. ‘’ Allah'ım şekersiz filtre kahvem nerede??’’

Hal böyle olunca bizim katta yok yok; espresso makinesi, filtre kahve makinesi ve bilumum… Electrolux’ de çalışmanın avantajlarını sonuna kadar kullanıyoruz, kendimizi kahveye adadık ve bu meselede her geçen gün daha da ilerliyoruz, araştırıyor, test ediyor, geliştiriyoruz.

Gelin en sevdiğim 2 filtre kahve makinemize kısaca bakalım.

EKF7800, o bir dışavurumcu. Zaman ayarlayıcı ile her sabah kahve kokusu ile uyandığınızı hayal edin, aroma seçme özelliği ile yoğun bir gün için sert, tembellik yapacağınız bir öğle sonrası için daha yumuşak aromayı tek düğmede ayarlayabilirsiniz. Yenilikçi duşlama sistemi sayesinde daha iyi kahve aroması ve daha fazla kahve tadı alma imkanı veriyor, mis. Son olarak kireç çözücüye gerek yok çünkü anti-kireç fonksiyonu var.

Yine evladiyelik ama daha uygun fiyata bir kahve makinem olsun isterseniz EKF3300 tam size göre, yazlıkçılar, öğrenciler, sağlıklı kahve içmek isteyenlere özel. Otomatik kapama fonksiyonu gönül rahatlığı sağlıyor, damlama önleyici valf ile temizlenmesi daha kolay, tek seferde 12 fincan tüm misafirlerinize yeter.

Şimdide filtre kahvenin faydalarından bahsedeceğim.

·  Karaciğer yağlanmasına engel oluyor ve iltihabı azaltıyor.

·  Uyarıcı etkisi ile enerji seviyenizi arttırırken hafızanızı ve ruh halinizi yükseltiyor.

·  Metobolizmayı hızlandırıyor, özellikle spor sonrası içilen filtre kahve tam bir yağ yakıcı.

·  Dünyadaki en iyi antioksidan kaynağı. Yararlı öğelerin emilimi birçok meyve sebzeye göre kahvede daha çokmuş. Sağlıklı bir hayat için mutlaka filitre kahve içmelisiniz.

·  Parkinson ve Alzhemier olma riskini azaltıyor.

·   Vücudu temizliyor, sakinleştiriyor.

·   Kalp hastalıklarını önlüyor.

·    Mutlu ediyorJ

Ne diyeyim filtre kahve için!!:), asıl kahve kokusunu filtre kahvede alırsınız.

Espresso’ dan da bahsetmem lazım, tüm kahvelerin babası, her sabah içmeden ayılamadığımız müptelası olduğumuz baba içecek. Koyu kavrulmuş kahve çekirdeklerinin espresso makinesinin küçük haznesine sıkıştırıldığı basınçlı su ile 20-30 saniyede hazırlanan şipşak kahve. Sabahların güçlü içimli espressosuna karşılık yumuşak içimli filtre kahveyi gün boyu tercih ediyoruz.

EEA111 Espresso ve cappuccino makinemiz ile lalala landJ. İşin aslı ilk aldığımızda çok zorlandık ama hiç ziyan etmedik yanlış üretimlerimiz dahi lezzetliydi içtik, derken işin profesyoneli olduk, çok hızlı ve super içim derken günlük içtiğimiz adedi de baya abarttık, kahvenin günahı olmaz ne diyelim.

Velhasıl kelam iş hayatının yoğun temposunda taze ve yoğun kafeine ihtiyaç duyduğumuzdan kahve makineleri ofis hayatımızın bir parçası haline geldi. Sizde kahve keyfinizi ofis ve işyerinde ertelemeyin en kısa zamanda bir Electrolux filtre kahve makinesi edinin;).

 

24 Temmuz 2017 Pazartesi

İşler Güçler: Endüstri 4.0 ile yaşam başladı…


Endüstri devrimi bildiğiniz gibi 1712 buhar makinasının icadı ile başlıyor.
2. aşama 20. Yüzyılın başı Henry Ford’ un ilk üretim hattının kurulması.
3. aşama üretim süreçleri’ nin otomasyonu, bilgi teknolojileri’ nin devreye girmesi.
4. aşama siber- fiziksel sistemlere dayalı üretim, akıllı fabrikalar.

Bileşim ve üretimin buluştuğu noktadayız. Endüstri 4.0 geleneksel üretimi bileşim teknolojileri ile destekliyor. Klasik sistemlerde hep maliyetleri nasıl düşürebiliriz, üretim araçlarını nasıl geliştirebiliriz düşünüldü. Şimdi farklı imalat süreçlerini tanıyan, konuşturan, nasıl bir işlemden geçmesi gerektiğini bilen sıfır hata ile çalışan robotlar konuşuluyor.

Buraya nereden geldim önce Berlindeki tüketici elektroniği fuarı sonra Hannover da yine geçtiğimiz günlerde düzenlenen endüstriyel teknoloji fuarı ile ilgili okuduğum haberlerden. Ve tabii ki Merkel’ in geçtiğimiz aylarda söyledikleri ‘’ Avrupa’ nın 4. Endüstriyel devrimini kaçırma lüksü yok!!’’
Sonra bir şekilde defalarca benzer paylaşımlar önüme geliyor; dünya’ nın en büyük 5 şirketi’ nin 5’ i de teknoloji ve dijital şirketleri olduğu: Apple, Google, Microsoft, Amazon, Facebook.

Ve Electrolux Global portalda benzer haberler okuyorum. Kasım ayında Abd’ de lansmanı yapılan Google Home ile ortaklığını açıklayan Frigidaire Cool ConnectTM Air Conditioner- klima- ve Anova Precision Cooker - akıllı tencere-  sadece 12 markadan biri… Bu bağlamda Electrolux Google Home ile ortaklığını açıklayan ve Kasımda lansman yapan ilk beyaz eşya şirketi. Electrolux tüketicileri artık sesleri ile klimayı kapatıp açabilecekler, sesleri ile sıcaklık ayarlarını hava değişimine göre değiştirebilecek, hız ayarlaması yapabilecekler, tencere sıcaklık ayarını değiştirebilecekler, yemeğin pişmesine ne kadar zaman kaldığını kontrol edebilecekler. Voice control- ses kontrol- sadece üretim ve teknoloji buluşması’ nın bir örneği. Sosyal robotlar geliyor.  
 

Son tüketiciye yansıması yanında artık akıllı ürünlerin üretmetim süreçleride değişiyor, fabrikalarda aynı ortamda işçi ile yardımlaşarak çalışan robotlardan – colloborative robot- bahsediliyor… Artık üretkenlik farklılaşan özel ürünleri aynı imalat sürecine sokmakla oluyor. Üretkenlik akıllı fabrikalarda akıllı ürünler üretmekle, bilişimle buluşmakla oluyor. Üretimin daha fazla inovasyona ihtiyacı var, ileri üretim merkezleri geliyor.

Türkiye olarak keşke bu teknolojileri etkileme yetimiz olsa, keşke bugün çok farklı şeyler konuşuyor olsak, isteğim bu yeni atılımları yakalayabilmemiz, ülke olarak hiç olmaz ise bu sorumluluğu almamız. Gelecek kapımızda kendimizi farklılaştırmakla başlayabiliriz miyiz acaba, ne dersiniz? 

 

23 Temmuz 2017 Pazar

İşler Güçler: Süpürgelerde Eco-Design ve Enerji Verimliliği: Daha az enerji, daha yüksek performans


Bildiğiniz gibi 2014 Eylül ayında AB ülkelerinde uygulanmaya başlayan çevreye duyarlı tasarım – Eco- Design- ve ürünlerin enerji ve diğer kaynak tüketimlerinin etiketleme ve standart ürün yolu ile gösterilmesine ilişkin – Enerji Etiketlemesi- düzenlemeleri Türkiye’ de 1 Eylül 2015 tarihinde uygulamaya başladı. Buna göre kabaca yeni elektrik süpürgelerinin motor güçleri 1600W üzerine çıkamayacaktı.

1 Eylül 2017 tarihinden itibaren elektrik süpürgelerinin motor güçleri 900W’ ın üzerine çıkamayacak. Yeni yönetmelik sayesinde yüksek enerji tüketimine sahip süpürgeler artık satılamayacak. 900W elektrik ile daha yüksek toz çeken ürünler gelecek.

Doğru elektrik süpürgesi seçimi yaşam alanımızın konforunu arttırır, yaşam alanımızı daha sağlıklı hale getirir. A sınıfı bir elektrik süpürgesi’ nin daha az elektrik harcaması’ nın yanında diğer kriterlere de bakılmalıdır. 1 Eylül itibariyle tüm performanslar A-D arası sınıf üzerinden değerlendirilecektir.

Bilinçli tüketici nelere bakmalı:

·         Sert zemin ve halılarda temizleme/ toz çekme performans sınıfına.

·         Toz yayma seviyesi: Kullanılan filtre ve teknolojilerine.

·         Yıllık enerji verimliliği ve sessizliğine bakmalıdır.

Daha az elektrik, daha yüksek performans ürünlerin etiketlerine göz atalım.

1.                   Enerji Verimliliği Sınıfı: Sadece düşük güç tüketiminin temizleme performansında çok büyük bir öneme sahip olmadığını görüyoruz. Yani düşük w gücün yanı sıra daha çok toz çeken, daha yüksek performanslı ürünler en yüksek skoru alacaklar.

2.                   Ortalama Yıllık Enerji Tüketimi: 43,0 kWh/yıl değerinden az olacaktır.

3.                   Toz Emisyon Sınıfı: % 1,00'den yüksek olmayacaktır. Süpürgeden havaya salınan tozların ölçümlenmesidir, atık havanın temizliğini ifade eder. Burada kullanılan filtre ve montaj teknolojisi’ nin kalitesi çok önemlidir.

·                     Yüksek verimli ya da yüksek verimli partikül filtre kullanılması çok önemlidir. Okuduğumuz üzere her doğan 10 çocuktan 7’ sinde alerji var ve ev akarı ile bakteriler farklı şeylerdir. Bu nedenle ECARF ( Avrupa Alerji ve Enerji Araştırma Vakfı) mührü bulunan filtreleri alerjik bünyeye sahip kullanıcılar için tavsiye ediyoruz.

·                     Süpürgelerde multisiklon teknolojisi ise hava akımını hızla çevirerek partikülleri atar, tozları ayrıştırır, bunun sonucunda motora toz gitmez hava akımı hızlı ise süpürge ömrü’ de uzun olur. Burada kabaca hava ile tozu birbirinden ayıran koniğe siklon deniyor. Siklonlara belirli bir hava debisi ile giren toz-granül karışımı hızlı dönüşle hava ve tozun ayrışmasını sağlar. Siklon sayısının yüksek olması önemli, ancak bazı markaların koni şeklindeki siklonlarının kısa olması kök nedeni ile emiş gücü zayıftır ve tüm tozlar direk filitreye gider, bu konuda markalar acayip müşteri şikayeti almaktadır. Electrolux olarak multisiklon teknolojisi’ nin patenti bizdedir.

4.                   Ses Seviyesi: Bildiğiniz üzere gürültü seviyesi desibel (dB) cinsinden ölçülmektedir. Elektrikli süpürgeler için 70-80dB normal ses seviyesidir. 80 dB(A) değerine eşit veya daha düşük olacaktır.

5.                   Halı Toz Toplama Performansı: Makina’ nın halıdan topladığı toz miktarının ölçüsüdür. Halıda toz toplama (dpuc) 0,75'ten büyük veya eşit olacaktır. Bu sınır değer sert zemin elektrikli süpürgeleri için geçerli değildir.
 
6.                   Sert Zemin Toz Toplama Performansı: Sert zeminde toz toplama (dpuhf) 0,98'e eşit veya yüksek olacaktır. Bu sınır diğer halı elektrikli süpürgeleri için geçerli değildir.

 

21 Temmuz 2017 Cuma

Hobisel Aktivitelerim: Terrarium: Mutluluk ve Özgürlük





Hobisel Aktivitelerim: Terrarium: Toprakta Yaşam





Kendime Yazılar: Merhaba: Burada yasham var!!

 

2006' da yazmaya baslayip biraktigim blogumu ne yazik ki geri alamadim, 2016' da tekrar yazdım, şimdi yine merhaba diyorum:)

Ethos, Pathos, Logos... Bir yerlerden ilham gelmesini bekliyordum sanirim, yazamazsam sakin ihmal ettigimi düşünme, vakitsizlikten değil, isteyince her zaman her seye zaman ayrilabilir ;)

burada yasham var!!

Seyahat: Italya: Napoli: Veee Pompei…


Dürüstçe söyleyeyim hep Pompei hatırına Napoliden bahsettim.

İtalya’ nın Campania bölgesinde Napoliye bağlı, Napoliye 25-30 km uzaklıkta antik şehir. M.Ö. 6. y.y.’ da kurulmuş şehrin edepsizliğe düşkünlüğü nedeniyle  tarihten silindiğine inanılıyor. Vezüv yanardağının patlaması sonucu bir medeniyet yok oluyor. Belki edepsiz, günahkar, ama inanılmaz etkilendim, o zamanın teknolojisi ile nasıl böyle ileri çözümler bulabilmişler. Her inanılmaz eseri gördüğümde aynı his oluşuyor, teknolojinin unutulduğu ve yeniden öğrenilmeye başladığı hissi, tekrar yaşayıp test ediyoruz, yeniden öğreniyoruz, inanılmaz.

Pompei’ de Roma imparatorluğu hüküm sürmekte, tabii ki başındaki sapık ve Gaddar kral Caligula’ yı anmadan olmaz. Ama ben size bu adamın ve bir o kadar da halkı’ nın edepsizliklerinden değil, şehrin o zaman’ ın şartlarına göre ne kadar ileri yaşadığından bahsetmek istiyorum, beni büyüledi.

Önce bilinen hikaye’ yi anlatayım. M.S. 29 Ağustos 79 yılı felaket günü. Halk depremlere alışık olduğundan normal hayat devam ediyor, ancak Vezü hiç bu şekilde kabarmamış, Pompei kül yağmuruna boğuluyor, paniğe kapılanlar limana koşuyor, ancak deniz de kabarmış, azgın dalgalar gemileri lavlara atıyor ve tüm şehir birkaç saatte yok oluyor. Bir liman şehriymiş ancak yanardağdan kopan taşların limana dolması sonucu şehir limandan bağlantısını koparmış. Nüfusun büyük bölümü taş olmuş. Taşa dönmelerinin sebebi yanardağın püskürttüğü volkanik tuzun sertleşmesi.

Vezü yanardağı 2000 yılda bir patlıyor, yani gelecek patlama bu yüzyılın sonunda bekleniyor. Şuan sürekli kontrol altında ve bir alarm durumunda aylar öncesinden boşaltılacak. Volkanik patlamadan dolayı topraklar çok bereketli. Patlama öyle büyük ki Hiroşima atom bombasının 100bin katı termal enerji ortaya çıkarıyor. Felaket günü patlamasından sonra yanardağın seviyesi 200m azalmış. Hala burada hiçbir şey olmayacakmış gibi gamsız yaşayan halkı görünce Napoli’ li İtalyan kafasını anlayacaksınız.

Bir Pompei filmi izlemeden gezmek olmazdı, Biraz Hollowadvari anlatılmış ama Roma dönemi Roma’ ya olan hayal kırıklığını hissettiriyor.

1748 yılında uzun çalışmalar sonucu arkeologlar şehri ortaya çıkarmış. Bu açık hava müzesinin beni etkileyen ve unutamayacağım detayları işte geliyor. Şehrin o zamanın şartlarına göre ne kadar ileri çözümlerle yaşadığı...

Denize kıyısı olan Pompei o zamanlar inanılmaz ticaretin yapıldığı bir liman şehri. Şehirdeki zenginlik çok fazla, 40% köle, diğer kısım zengin kesimden oluşmakta.

Taşlaşmış insanlar cam odaların içinde size karşılıyor, özel bir teknikle insanların ölüm anındaki yüz ifadeleri ortaya çıkarılmış. Elleriyle yüzlerini, burunlarını kapamışlar, bu trajedi içindeki gerçek insan iskeletlerini bir sergi gezer gibi izlemek ürpertici. Taşlaşmış insan kalıntılarına baktığımda o dönemin insanlarının kısa boylu olduğunu gözlemliyorum, hiçbir bilimselliği olmasada dünya’ nın en zeki insanlarının kısa boylular olduğu geleneği yine bozulmuyorJ)). 


Başlıyoruz yürümeye. Evlerinin duvarlarına açtıkları deliklerle- kanalizasyon boruları- dışkılarını dışarı akıtıyorlar. Insanların kirlenmeden karşı karşıya geçebilmeleri ve yağmurlu havalarda suların akması  için taştan yükseltiler yapmışlar, at arabalarının geçişleri içinde yollarda yine farklı yükseltiler var. Geceleri yolları ışıklandırmak için ise aralarda volkanik taşlar var.

Sokak çeşmeleri çok yaygın ve su sistemi sayesinde her yere su gidebiliyor. Su çeşmeleri sayesinde kendilerine adres, buluşma noktaları oluşturmuşlar, her çeşmede farklı figürler var.

Terme del Foro: Hamam. En çok hamamları aklımda kaldığından olacak, en çok hamamlara yer vereceğim. Romalılarda hamamlarda yıkanmak bir aktivite ve sosyalleşme aracıymış. Yıkanmanında bir ritüeli var; önce soyunma odalarında üzerlerini değiştirirler, vücutlarını yağlarlar ve spor odalarına geçerlermiş. Vücudun kirini metal bir çubukla sıyrıldıktan sonra sıcak banyo odasına geçilirmiş. Duvarların arasında ve yerde kanallar var, ocaktan gelen sıcak hava bu kanallar sayesinde odaları ısıtırmış, muhteşem değil mi, yerden ısıtma sistemleri var. Parfümlü yağların kullanıldığıdığı masaj odaları, soğuk su çeşmeleri, buhar, sauna odaları, soğuk havuzlar var.

Hamamlar çok lüks dekore edilmiş, mozaikler ve mermer panolar harika. Atlas heykellerinden çok etkilendim, odanın sütunlarını taşıyan bu heykellerin ayaklarındaki damarı o ağırlığı taşımasının vücuda verdiği detayı dahi hissediyorsunuz. Atlas dünya’ yı taşıyan adam demekmiş. Gülben Ergen oğluna bu ismi verirken acaba bunları biliyor muydu?

Yerlerde mozaikler, tavanlarda işlemeler, günün her saati ışığın girmesi için farklı konumlarda açılan pencereler var. Yıkanma bittikten sonra ise bahçelere çıkıyorlar ve kütüphane ziyaretinde bulunuyorlar.  Ben bu hamamlarda gözlerimi kapattığımda hamamların bildiğiniz negatif tarihini ya da parlementerlerin iş konuştuğu yerleri değil tüm pozitifliğim ile hayal etmek istiyorum; önce sporumu yapıyorum, sonra sıcak su, soğuk su, bahçeye çık taze meyveleri ye, suyunu yudumlarken kitabını oku bunu hayal etmek istiyorumJ.
Şimdi hayalden çıkıp temizlenmek için ne kullanıyorlarmış tahmin edin diyorum, kül değil, idrar!!. Hatta idrarın toplanması için bir vergi bile varmış, idrar vergisi, ne kadar iğrenç bir vergi kaynağı değil mi? Para kirlidir diye boşuna dememişler. Alt sınıf halk idrarını toplar ve foseptiğe dökermiş, idrar birçok temizlik için hammadde kaynağı olurmuş, örneğin çamaşırhanelerde amonyak kaynağı olarak kullanılırmış, yün kıyafetlerini temizlerler, beyazlatırlarmış.
Liman şehri olmasından dolayı genelevler çok yaygın, genelevlere ulaşım için yolda cinsel organ şeklinde işaretler konulmuş. Romalılar bir yerde ne yapılırsa onun resmini yaparmış,  genelevlerin odalarında da cinsel ilişki resimleri var. Lupanare dişi kurt evi demek denizciler işaretleri takip edip bulurmuş. Her şey sembolik.


Gladyatöler… Tüm Roma da olduğu gibi Pompei’ de de gladyatör dövüşleri çok yaygın, fotoğrafta görülen yer gladyatörlerin talim alanı ve arkada kaldıkları barınaklar dahi demeyeceğim hücreler var. Yine taşlarla yapılan en eski amfi tiyatroyu yine Pompei’ de görüyoruz. Bu aranelarda insanlar, vahşi hayvanlar, insanlar hayvanlarla dövüştürülür, birbirlerini parçalarmış, bu kadar zenginliğin olduğu yerde bu dövüşler ile ilgili ciddi bahislerde oluyormuş tabii. Dövüşler sırasında akan kanın toplanması için bu arenalar kumlarla dolu, etrafında zindanlar ve barakalar var.  Yunanlarda tiyatrolar manzaraya bakar, oralarda yemek yer, ,içerler. Romalılarınkinde etrafı sarılıdır, bilet kesiyorlar… 

Suçluların yargılandığı mahkemeler, köle pazarları, o zamanın barları, kaçırdığım bir sürü detay ile sonlandırmak zorunda kalıyorum… Ya rehber eşliğinde gezmelisiniz ya da gitmeden önce sıkı hazırlanmanız gerekir, tanıtıcı kitap ve haritayıda edinmeyi unutmayın. Yoksa hikayeleri ve detayları bilmeden dolaşmak havada kalır, etkilenmeniz lazım.



Nar ağaçları ile süslenmiş yoldan çıkışa gidiyorsunuz, kimbilir gezip göremediğim ne çok yeri var, kaçırdığım ne çok detay var. Eğer Napoli’ ye giderseniz Pompei’ ye 1 gününüzü ayırmanızı tavsiye ederim, çıkışta bu verimli toprakların limonlarından yapılan limonatalarından mutlaka içmelisiniz.
Restaurantları oldukça pahalı olduğundan çok tavsiye etmiyorum. Ancak grupların anlaşmalı gittikleri bizde esnaf lokantası diyebileceğimiz yerler var, ispanyol gitarlı müzisyenler masa masa dolaşıp bahşiş istiyorlar. Yeni yerler beni hep heyecanlandırıyor, hele hava güzelse dışarıda olmak istiyorum, mümkün olduğunca gözlemlemeliyim, o nedenle olacak bu restauranları tavsiye etmiyor, limonatanızı içip akşam yemeğinizi Napoli’ ye saklamanızı öneriyorum.


Video Content Marketing: Consider lengthy to make it totally worth

Because of one of the LinkedIn advertisements I saw this morning, video marketing trends took my attention, and I would like to share HP’...